Mecaz ile hakikat arasındaki farkı görememek
(Hak ve hakikat)ın fazla isteklisi olan müritlerin, tezvir ehli (yalan dolan söyleyen) iddiacı kimseleri birer yüce şeyh sanarak Hakk’a vasıl olmuş ve hürmete lâyık veliler zannetmeleri, mecaz ile hakikat arasındaki farkı göremeyişleri hakkındadır.
Bundan dolayı âkil kimseler (şu) hikmetli sözü söylemişlerdir. (Ancak) ihsan ve kerem sahiplerine misafir olmak gerek!”
Halbuki sen öyle bir kimsenin misafiri ve müridisin ki, hasisliğinden senin her şeyini elinden alır.
Kendisi galip ve kuvvetli olmayan sana nasıl kuvvet verebilir?
Kendisinin nuru yok, onunla görüşüp konuşanlar nereden nurlanacak. Bu çeşit şeyh, kendisi yarı kör bir hekime benzer. (Başkalarının) gözlerine zararlı şeyden başka ne ilâç verebilir?
Yoksulluk ve perişanlıkta bizim halimiz de böyledir. Bize aldanıpta hiç bir misafir gelmesin.
On yıllık kıtlık ne demektir bunu görmedinse, gözünü aç da bize bak!
Bizim görünüşümüz büyüklük davasında olan kimsenin içi gibidir; gönlünde karanlık, dilinde şâşaa vardır.
Cenâb-ı Hak’tan onda ne bir koku var, nede bir nişan vardır. Fakat dâvası Şit’ten de ileridir Adem’den de...
Hattâ Şeytan bile ona, kendisini göstermezken o daima. “Biz Hakk abdallarındanız, hattâ daha üstünüz” der.
Kendisini kutsi bir şahsiyet saysınlar diye O, dervişlerin kullandıkları bir çok sözü çalmıştır.
Konuşurken (bir) mes’eleyi (Bâyezid-i) Bistâmi’den (Miladi: 777 yılında doğan ilahi muhabbet deryasına dalmış hak aşığı) daha ziyade inceler, hattâ onu kusurlu bile bulur. Halbuki onun aslı Yezid’i bile utandırır.
Gökyüzünün ekmeğinden sofrasından nasipsizdir. Cenâb-ı Hak onun önüne bir kemik bile atmamıştır.
O (şarlatan) “Ben sofra kurdum, Hakk’ın vekiliyim, halife oğluyum” diye bağırıp durmaktadır.
Ey saf ve budala kişiler! Gelin... Gelin de benim ihsan ve keremimin sofrasından, kimse mâni olmaksızın yeyin.
Bazı kimseler “yarın” vaadine (güvenerek) o kapının etrafında yıllarca dolaştılar. (Fakat) o yarın bir türlü gelmedi.
İnsanoğlunun iç yüzündeki sırrını meydana çıkarabilmesi için uzun zamanlar lâzımdır. (Büyük, küçük her meselede)
Beden duvarının altında define mi var, yoksa yılan, karınca veya ejderha yuvası mı?
O yalancı şeyhin, bir hiç olduğu meydana çıkıncaya kadar talibinde ömrü tükenmiş olur. Artık anlamış olsa bile (kime) ne faydası var?
KONUNUN AÇIKLAMASI
Arap bedevisinin karısı açlık ve yokluktan dolayı kocası ile tartışırken sadece nefsini ve nefsin heveslerini dile getirmiyor, cüzi aklı temsil eden kocasının da o cüzi aklını harekete geçirip:
“Biz de yüce bir mürşidin, bir Hakk arifinin eteğinden tutalım bizim karanlıkta kalan ruhlarımızı aydınlatıp “Hakk’ın yoluna” götürsün” diyordu.
Akıllı kimseler: “Kendisinde nur olmayan muhtaçlara değil, Allah nuru ile aydınlanmış Hakk aşıklarına, kâmil mürşitlere, ikram edicilere misafir olun” demişlerdir.
Halbuki sen öyle bir cimrinin müridi ve misafirisin ki, sana ihsanda bulunmak şöyle dursun senin elindekini avucundakini de almaya kalkar.
Demekki Allah sevgisi ve Allah’a varma terbiyesi yolunda bir talebe, gerçekten kâmil bir mürşit bulacaktır, yoksa mürşit taklidi yapan bir kimse değil.
Böyleleri gönüllerde muhabbet ateşi yakmak şöyle dursun, kalplerde mevcut olan o saf Allah aşkını, Allah nûrunu söndürürler.
HZ.MEVLÂNA
MESNEVİ: 264-2282 Beyitler.