Zehirle panzehir, karanlıkla aydınlık, nasıl Allah’ın emirlerine tabi ve dileğine uyarsa, Musa ve Firavun’un da, Cenab-ı Hakk’ın emirlerine göre davranmaları. Firavun’un şerefine halel gelmemesi için Allah’a yalnızca duada bulunması.
Mânâ bakımından, Musa da, Firavun da hakikate tapma yolundaydılar. Lâkin Musa (doğru) yol üzerindeydi. Firavun ise yolunu şaşırmıştı.
Mûsâ Allah’ın huzurunda gündüzün (açıkta) ağlayıp inledi; Firavun ise gece yarısı (kimsenin görmediği bir zamanda)...
Dedi ki: “Ey Allah’ım, bu boynumdaki demir zincir nedir? Boynumda zincir olmasa kim “Ben, benim” der. (asılsız, davaya benliğe kalkışır?)
Şüphe yok ki Mûsâ’yı nurlandıran iradenle beni de karanlıklara daldırdır.
Musa’yı ay yüzlü ettin, benim ruhumun ayını kara yüzlü ettin. Benim yıldızım (talihim) aydan daha iyi, daha talihli değil ki...
Tutulursa ne çarem var?
Halk benim növbetimi Rab, sultan diye vuruyor, aslında ay tutulmuş da tas çalıyor gibidir.
Onlar tas çalıp gürültü ediyorlar ama o gürültüyle ayı rüsvay etmektedirler.
Ben ki Firavun’um, ama şöhretten elaman! “Ene Rabbüküm’ül Â’lâ”
“(Firavun): Ben sizin yüce Rabbinizim, dedi” Nâzi’at-24” demem de beni rüsvây eden tas gürültüsü gibidir.
Mûsâ da, ben de aynı kapının kullarıyız. Fakat senin ormanında senin baltan işliyor; dalları senin baltan kesmektedir.
Bazı dalı (kesmeden bırakıyor) yetiştiriyor, öbürünü kesip atıyor.
Dalın baltaya koyacak bir kudretli bir eli var mı? Ne gezer hiç dal baltanın elinden kurtulabilir mi?
Baltandaki kudretin hakkı için kerem et, bizim iğri (fiillerimizi) doğrult.”
Firavun yine kendi kendine “Ne şaşılacak şey! Ben bütün gece “Ey Rabbimiz” diye yalvarmıyor muyum?
Yalnızken mütevazi bir hale geliyor düzeliyorum da Neden Mûsâ’ya karşı değişiyor, bambaşka oluyorum?
Kalp altının rengi (halis altından) on kat parlak bile olsa, ateşin karşısında yüzü kararıverir.
Kalbim de kalıbım da Allah’ın hükmünde değil mi? (İsterse) bir zaman beni öz haline kor isterse kabul haline çevirir.
Ekin olmamı emreder yeşeririm, çirkin olmamı emreden sararırım.
Gâh beni ay haline getirir (parlatır), gâh karartır. Allah’ın işi bundan başka nedir ki?
Künfe kân [ol (der) olur] emrinin çavganları önündeyiz. Mekan aleminde de, lâ mekân (mekansızlık) aleminde de (toplar gibi) koşup durmaktayız.
Konunun Açıklanması
Allah’ın HÂDİ olan yani doğru yolu gösteren adı, Mûsâ’ya hükmediyordu. Firavun’a hükmeden ise “MUDİLL” yani doğru yoldan saptıran kudretiydi.
Bu iki yoldan birini seçmek insan ruhunun ve cüz’i aklın bilgisi ve marifeti olacaktır. Ruhlar hakikati görebilecek olgunlukta iseler doğru yolu bulacaklar; hakikati göremeyecek olanlar ise şüphesiz dalaleti seçecekler.
İşte Musa Peygamber ile onun tam zıttı görünen Firavun’un da durumları böyledir.
Musa Peygamber Allah’ın huzuruna gece,g ündüz varır, bilhassa gündüzleri kimseden çekinmeden ondan yardım ve mağfiret dilerdi.
Firavun ise Allah’ın varlığına birliğine inanmış, Mûsâ’nın Peygamberliğini de idrak etmiş olduğu halde hem inadından hem de bir türlü geçemediği saltanatından dolayı geceleri halvete girer, kendisini hiç kimsenin görmediğine emin olduğu bir yerde Hakk’a dua ederdi.
Derdi ki: “Rabb’im, sana inanıyorum, Mûsâ’nın da senin elçin olduğunu biliyorum. Fakat ben bir kere şu halka ben sizin Rabbinizim demek gafletinde bulundum. Şimdi bundan dönemiyorum. Beni anla ve affet...!
Hakikat budur ki sen Musa’yı nurunla aydınlatıyor, beni ise karanlıklar içinde bırakıyorsun. Benim o pis nefsim Allah’ın hakikatini sis perdesi gibi kapatıyor ve ben nefsiye şöyle haykırıyorum:
“Ey pis nefis sis gibisin sis. Ben Semâvi bir deniz. Sensiz”
Göklerdeki ay bile kâh görünür parıldar ve dolunay olur; kâh küsûfa uğrayıp görünmez zulmetler içinde kalır. Benim zavallı gönlümün ayı da senin takdir ettiğin küsûftan, sisten nasıl kurtulur?
Kaderin elinden kurtulmaya çare olmadıkça ve kazâya rıza, kaçınılmaz bir zaruret oldukça ey Rabbim benim de sana bir niyazım var. Senin o ilahi baltandaki kudret ve adalet hakkı için bana acı! Benim gibi bütün şaşırmışlara acı ve bizim eğri yolumuzu düzelt! İçimizi sana giden yolun ışığıyla aydınlat! Bizim de vücut dalımız senin dilediğin meyveyi versin”
Hz. Mevlana
Mesnevi 2447-2466