Peygamber Efendi’miz (s.a.v) Bir sabah Zeyd’e: “Ey temiz ve saf arkadaş sabah’ı nasıl ettin?” diye sordu. (Zeyd’i, Hazret-i Hatice’nin yeğeni halası için esir pazarından satın almış, Hazret-i Hatice de Peygamberimizle izdivacından sonra Zeyd’i Peygamberimizin hizmetine vermişti)
Zeyd: “Mümin bir kul olarak” deyince. Peygamber efendimiz: “İman bağın yeşermiş, çiçekler açmışsa nişanesi nerede?” dedi.
Zeyd şöyle anlattı: “Gündüzleri susuz geçirdim; geceleri Allah aşkı’nın ateşi içinde uyuyamamıştım: Bir mızrak kalkandan nasıl geçerse ben de yaşadığım günlerden ve gecelerden öylece geçtim. Bu hızla o birlik derecesine o hakke’l-yakin sırrına vardım ki, orada bütün dinler bütün mezhepler aynı idi. Her görünen O, bir ve bir tek olan Allah’ın muhtelif vaziyetlerde zuhur etmesi haliydi. Orada zaman da yoktu. Ezel, ebedle birleşmiş, kâinatın başı ve sonu aynı olmuştu. Orası öyle bir mekânsızlık ve zamansızlık alemiydi ki, cüzi akıl bu alemi anlamaya yetersiz kalır.
Hz.Muhammed yine sordu: “Ey Zeyd madem ki o ulvi âleme çıktın; orada ne gördün? O âlemden bu dünyanın aklına göre, bir armağan getirdin mi? Zeyd: “Ey Allah’ın resulü, dünyadakiler gökyüzünü nasıl görürse ben de Arş’ı ve Arş’takileri aşikâr görüyorum. Sekiz Cennet ve yedi Cehennem bana apacık göründü. Cihan halkının hangisi iyi, hangisi kötü; kimler cennet’e gidecek, kimler Cehennem’e gidecek bana görünüyordu.
Yakın ehli kişiler kıyamet gününe kadar hangi yüzler beyaz olacak, ruhları temiz olacak, hangi yüzler siyah ve ruhları karanlıkta kalacak bunları bilir.
Ya Resûlallah, insanların çehresinde iman nûru yahut isyan karanlığı mı var? ben bunları kıyamet gününden önce görenlerden oldum.”
Allah, Kur’an-ı Kerim’in Âl-i İmran (107) suresinde: “Yüzleri ağaranlar Allah’ın rahmeti içindedir. Onlar orada daimidirler” buyuruyor.
Hz.Mevlânâ
MESNEVİ-3500-3525. Cüzler.