(Var olmak ve yok olmak)
Elimi ayağımı alana, yüzümün rengini uçurana, kuvvetimi giderene, çehremi bozana uğradım.
Önüne geleni kırana, ağaçları (ömür ağacını) kökünden, dibinden söküp çıkarana sataştım.(Ben ölümle karşılaştım)
Adamları, hayvanları, cemadat ve nebatatı mat edene (öldürene) rastladım.
Bunlar cüziyattır, külliyattında onun yüzünden renkleri sararmış, kokuları bozulmuştur.
Cihan; gâh sabredip, gâh şükrettikçe bağlar, bahçeler, gâh giyinir, gâh çırılçıplak kalır.
Güneş ateş renginde doğmuşken diğer bir saatte baş ağacı batar.
Göklerde parıldayan yıldızlar, zaman zaman ihtiraka uğrarlar (kara deliklerde yok olurlar)
Güzellikle yıldızlardan daha parlak olan ay da ince ağrıya tutulup hilâl olur.
Çok sakin ve edepli olan bu yeri de (dünyayı da) sarsıntı (deprem) sıtmaya düşürür.
Nice dağlar bu ansızın gelen felâketten dolayı yeryüzünde kumlar gibi dağılıvermişlerdir!
Ruh ile eş olan hava bile ilâhi kaza baş gösterince veba (bulaşıcı hastalık) kesilir, ufunetlenir (çürüyüp kokar)
Ruhun kız kardeşi olan lâtif su, bir gölcükte sarı, acı ve bulanık bir hale gelir.
Azametli ve kibirli ateşi bile bir yel söndürüverir!
Denizin halini de ıstırabından, coşkunluğundan anla; aklının değişik durduğunu, kalıptan kalıba girdiğini bil!
Allah’ın rızasını arayıp duran (ilahi aşkile) başı dönmüş feleğin (kâinatın) hâli de oğullarının (yıldızların) hâli gibidir.
Gâh en altta, gâh ortada, gâh en tepede ondada (yıldızlarda da) bölük bölük kutlu ve yomsuz (uğursuz, kötü) zamanlar var!
Ey külliyat (kâinat) ile karışmış olan, ey insan! Basit cisimlerin halini de kendinden kıyas et!
Külliyatın böyle hastalıkları böyle dertleri olunca onların cüzülerinin (insanların) yüzü nasıl sararmaz?
Hele birbirine zıt olan şeylerden; su, toprak, ateş ve havadan meydana gelmiş cüzü…(insan ve dünyadaki varlıklar)
Koyunun kurttan kaçmasına şaşılmaz; şaşılacak şey, bu koyunun kurda gönül vermesidir!
Sağlık, zıtların sulhüdür (andlaşmasıdır); aralarında savaşın başlamasını da ölüm bil!
Tanrının lütfu aslan ile yaban eşeğine, bu iki zıdda vefakârlık hususunda bir ülfet (yakınlaşma) vermiştir.
Dünya hasta ve mahpus olunca hastanın fâni (ölmüş) olmasına şaşılır mı?
KONUYU BİRAZ AÇALIM:
Hayat ve ölümle ilgili, Allah’ın koyduğu değişmez kurallar ve kanunlar vardır. Bu kurallar ve kanunlara Allah’ın yarattığı bütün kâinat uyacaktır.
Bu bakımdan kâinattaki bütün canlı ve cansız yaratılmışlar bir taraftan yaratılıp diğer taraftan çürüyüp yok olacaklardır.
Dünyadaki insanlar yaşamları süresince bazen çok sıkıntılı, bazen çok mutlu günler yaşayacaklar sonunda fani aleme göç edeceklerdir.
Aynı şekilde tabiat ilkbaharda uyanacak gülen yüzünü gösterecek, sonbahar ve kış mevsiminde ise Allah’ın Kahır ve celâl sıfatlarını hatırlatırcasına kış uykusuna dalarak o güzelim çiçek açmış ağaçlar kupkuru bir hale bürüneceklerdir.
Uzayda yaratılmış olan tüm gezegenler ve galâksiler de ömürlerini tamamladıktan sonra yok olacaklar, kara deliklerde kaybolacaklardır.
İşte kâinatta ki bütün bu olaylar VARLIK VE YOKLUK hakkında bizlere düşünme fırsatı vermektedir.
Dünyadaki bütün canlı ve cansız varlıklar ateş, hava, su, toprak gibi birbirine zıt bu dört unsurların oluşmasından meydana gelmiştir.
Hayat (sağlık, mutluluk, huzur) bu dört zıt unsurların birbirleri ile uyumlu haldeki senteziyle (karışıp kaynaşmaları ile oluşur.
Bu dört unsurun zıtlıkları ortaya çıkar ve bunlar ihtilâf haline düşerse işte o zaman hayat kaybolur sonunda ölüm olur.
Hz. Mevlânâ
Mesnevi-1273.1295.Beyitler.