Halife’nin Arap Bedevisi’nin
hediyesini kabul etmesi
Arap Bedevisinin Halife’ye çölden bir testi su getirmesi ve Halife’nin suya hiç ihtiyacı yokken hediyeyi kabul edip bedeviye bir testi dolusu altın hediye etmesi.
Halife bedevinin hediyesini görüp ahvalini (durumunu) işitince, testisini altınla doldurdu ve türlü türlü ihsanda bulundu.
Arap Bedevisini darlıktan ve zâruretten (muhtaçlık) kurtardı, bahşişler verip hususi hil’atler (kıymetli elbise) giydirdi.
O yüce padişah, o ihsan ve adâlet deryası, yakınlarına dedi ki: “Bu altın dolu testiyi onun eline veriniz ve (yurduna) dönerken onu Dicle yoluyla gönderiniz. Buraya çöl yoluyla karadan gelmiş, halbuki Dicle’den su yolu ona daha yakın gelecektir.”
Arap bedevisi gemiye binip Dicle’yi görünce utancından iki büklüm olarak secdeye kapandı.
“Ben bu ihsan sahibi padişahın lutfuna şaştım kaldım, amma bundan daha da şaştığım şey, onun benim getirdiğim suyu kabul etmesidir.
O, kerem ve ihsan dünyası, böyle kalp bir akçayı hiç tereddüt etmeden nasıl kabul etti? Bu ne büyüklüktür!” (diye kendine soruyordu)
“Ey oğul, (sen de) bu alemi bir testi bil, öyle bir testi ki, ağzına kadar ilim ve güzellik dolu.
Bu ilim ve güzellik kendi bedenine sığmayan (zuhuru, zatının muktezası (belirginlik) olan ve zuhur etmesine imkân bulunmayan) Rabbin Dicle’sinden ancak bir katredir. (damladır)
O, (Allah) gizli bir hazine idi, doluluğunun (yani sıfatının ve ahlakının kemâli icabı) gayp perdelerini yırttı ve toprağı göklerden daha parlak eyledi.
Gizli bir hazineyken doluluğundan coşup taştı ve toprağı atlas libaslar giyen bir sultan gibi donattı.
Eğer bedevi, Hudâ (Allah) Diclesi’nin bir kolcuğunu görmüş olsa idi, kendi (vücut) testisini kırar, yok ederdi.
O kimseler ki O’nun (Hudâ Diclesi’nin) bir kolunu gördüler... Kendilerinden geçtiler ve (varlıkları) testisini taşa çalıp kırdılar...
Ey gayret edip (vücut) testisini taşa çalan! Kırdığın bu testi kırılmayandan daha mükemmel olmuştur, çünkü mahv ve fena yoluyla (Benlikten, kendi sıfatlarından kurtulması, manen Hakk’ın huzurunda mahv olup Allah’ın rızasıyla birlikte olması) ebediyet bulmuştur.
Küp kırılmış fakat suyu dökülmemiştir. Bu nasıl bir kırılmadır ki ondan yüz sağlamlık hasıl olmuştur?
Küpün her zerresi raks ve cezbe halindedir, akl-ı cüz’i ise bunu imkânsız görür.
Bu (vecd) halindeki ne testi görünür ne de su, bu sözün hakikatini iyice anla; doğruyu en iyi bilen Allah’tır.
Mânâ kapısını çal ki açsınlar, fikir kanadını oynat ki, seni doğan kuşu yapsınlar.
Senin fikir kanadın balçığa bulaşmış ve ağırlaşmıştır, zira sen ki balçık yiyicisin, senin için balçık ekmek gibidir.
Et ve ekmek aslında topraktır; bunlardan az ye, ta ki toprak gibi zeminde kalmayasın.
Aç kaldığın zaman köpek gibi yırtıcı, kötü huylu ve kötü ahlaklı olursun.
Karnın doyunca murdar bir leş olursun; ve her şeyden habersiz (sanki elsiz) ayaksız bir duvar gibi olursun.
Şu halde kâh pis ve murdar ve kâh köpek (huylu) olurken, aslanlar (yani evliyalar) yolunda nasıl koşabilirsin?
Şunu bil ki, senin tek avlanma vasıtan köpektir (Yani nefsindir); bu köpeğe (nefsine) kemiği az at!
Zira köpek doyunca itaatsiz olur; böyle olunca lâtif bir avın peşine nasıl sürebilirsin?
KONUNUN KISA AÇIKLAMASI
Arap Bedevisinin Halife’ye getirdiği bir testi suya karşılık, Halife’nin verdiği bir testi dolusu altın aslında bir örnektir. O testinin içinde altın değil irfan hikmet ve güzellik vardır.
Ancak bu testi dolusu hikmet, irfan ve güzellik Ulu Allah’ın hikmet, irfan ve güzelliği deryasına nispetle bir damla bile değildir. Cenab-ı Hak: “Ben gizli bir define idim sevilmek ve bilinmek istedim” buyurmuştur. Bu gizli definenin en yüce vasıflarından biri güzelliktir. Bu sonsuz güzelliğin, bir definenin gizli kalması olamazdı. İşte sonsuz vasıflarla dolu olan bu ilahi varlık ve güzellik kendisini kuşatan gayp perdelerini yırttı, muhteşem nuru bu aleme ve bu toprağa aksetti. Kainatın yaratılışındaki sır da budur. Böylelikle toprağı göklerden daha aydın yarattı. Allah’ın yarattığı mahlükatın en şereflisi insandır. İlk insan Hz. Adem topraktan yaratılmıştır. İnsan da bizzat Allah’ın tecelli etmesiyledir ki yeryüzü mânâ bakımından gökyüzünden daha aydınlık oldu.
İnsanın kıymeti himmetiyle (kayırma, yardımlaşma, çalışma, çabalama, adalet, tüm iyi huylar) ölçülür; insan fikir ve himmet kanatlarıyla yükselir. Bu kanatları açıp dar aklın, dar düşüncenin, hırsın ufuklarını aşmalısın ki seni daha yükseklere, külli aklın yani (Cenab-ı Hakk’ın) semalarına götürsün.
Amma insanın fikir ve himmet kanatları çamura bulanmışda ağırlaşmışsa o insan nasıl yükselebilir?
Çünkü dünya hevesleri, aslında bataklıktan farksızdır.
Seni dünyaya çeken lezzetler ve servetler için hırsa kapılma, aç gözlü olma, bencil olma adaletli ol ki Cenab-ı Hakk’ın semalarına yükselip Allah’ın şerefine nail olabilesin yani şerefli bir insan olabilesin.
Hz. Mevlânâ
Mesnevi
2853-2877 Beyitler