Milletçe hareketli günler, haftalar, hatta aylar geçirdiğimiz bu dönemde her geçen gün, bir önceki günden daha heyecanlı, daha hareketli ve daha çok sürprizlere gebe bir hale geldi. Her sabah yeni güne gözlerimizi açarken, akşama kadar yaşanacak hızlı ve aksiyon dolu bir günün beklentisiyle uyanıyoruz adeta.
Özellikle son beş yıllık süreçte dünya genelinde son derece hareketli dönemlerden geçiyoruz. Adeta çağımızın en heyecanlı, en aksiyon dolu ve gündemin en hızlı değiştiği, yoğun bir evredeyiz. Dünya üzerindeki her ülke, günün birinde birbirine savaş açabilir, ortak ticaret anlaşmaları yapabilir, birbirine silah ya da gıda malzemesi satabilir veya bütün bunların sözleşmelerini beklenmedik bir anda iptal edebilir diyerek her türlü heyecanlı gelişmeye hazır hissediyoruz kendimizi. Tabii yaşanan bu küresel yoğunluğun ülkemize de sıçramaması mümkün müdür? Biz hem uluslar arası çerçevede, diğer ülkelerle olan ilişkilerimizi sorunsuz bir şekilde sürdürmeye hem de kendi iç dinamiklerimizle idare etmeye çalışır bir vaziyetteyiz. Ülke olarak özellikle her açıdan sıcak bir coğrafyada yaşıyor olmamızın sonuçlarını zaten son yıllarda sıcağı sıcağına hissediyor, hemen yanı başımızda yaşanan savaşın olumsuz etkilerini uzun zamandan bu yana hissediyoruz zaten. Ancak her şeye rağmen hem kendi kendimize ayakta durmaya çalışıyor, hem yeni yatırımlar yapıyor, hem tabiri caizse yedi düvele karşı tek başına mücadele ediyor, hem de dünyada savaş mağduru olan neredeyse tüm ülkelerden gelen mültecilere ve mazlumlara kucak açıyor, tüm kısıtlı imkânlara rağmen onları en iyi şekilde misafir etmeye çalışıyoruz. Yani Türkiye olarak, yükümüz diğer ülkelere kıyasla çok daha fazla, yolumuz çok daha çetin ve meşakkatli.
Her şeye rağmen hayat devam ediyor. Bizler de yaşamaya devam ettiğimiz sürece, başımıza gelen ya da gelecek olan tüm olumlu ve olumsuz durumlara hazırlıklı ve dayanıklı olmak zorundayız. Hepimiz için geçerli olan bu durum, sanki bazılarımızda bir yorgunluğa, bir gerginliğe ya da tahammülsüzlük durumlarına da yol açmıyor değil aslında. Neden mi böyle söylüyorum? Şöyle ki; toplumsal açıdan baktığımızda gerek sosyal medya kullanımlarımızda, gerekse de özel hayatımızda birbirimize karşı daha az tahammül ediyor, sabrımızı test edenlere anında olumsuz yaklaşımlar sergiliyor hale geldik sanki. İnsanlar birbirleriyle olan iletişimlerinde saygı, sabır, hoşgörü, olgunluk, tahammül, iyi niyet ve dürüstlük ilkelerinden gitgide uzaklaşmış, sanki bu kavramların tam tersi olan olumsuzlukları ısrarla tatbik etmek yarışındalar adeta.
Biz Türk Milleti olarak, dünya üzerinde iyiliğin ve güzelliğin timsali bir milletiz. Gerek sosyal yaşantımızda birbirimizle, gerekse de ülkemizde barınan milyonlarca savaş mağduruna olan yaklaşımlarımızda eşi benzeri olmayan ve Birleşmiş Milletler verilerine göre dünyada açık ara en fazla mülteciye ev sahipliği yapan, geniş gönüllü ve misafirperver bir milletiz. Ne zaman unuttuk bu milletin evlatları olduğumuzu, ne zaman uzaklaştık öz değerlerimizden? Bizi biz yapan en kıymetli yönlerimizi çıkarsak, bizden geriye daha başka ne kalır? Herkes yaşar bu hayatta, ama önemli olan insanca ve çevresine iyilikler yaparak yaşamak ve gök kubbede bir hoş sada bırakmak değil midir?
Elbette yukarıda da bahsettiğimiz, yaşanan bu hızlı gündemin etkilerinden kaynaklı gerginlikler, mutsuzluklar, kırgınlıklar olacaktır. Buna itirazımız yok. Lakin önemli olan her şeye rağmen, her koşulda bizi biz yapan değerlerimizden uzaklaşmadan insanca yaşamayı bilmek ve dostluklarımızı sürdürmektir. Biz, birlikte olursak iri oluruz, diri oluruz ve hep birlikte Türk Milleti oluruz. Bunu da en iyi bilenler aslında yine bizleriz. Bu bağlamda hepinizi sevgiyle selamlıyor, Allah’a emanet ediyorum.