AH BU “BEN” DİYEN BİZLER
Bu hayattan “ben, ben, ben” diye diye göçüp gider insanoğlu. Sanki ölümlü olan, o değilmiş de sonsuza kadar bu hayata kazık çakacakmış gibi sever dünyayı ve kendisini. Hangimiz yapmıyoruz ki bunu?
İnsanın kendine olan aşkı aslında hayatı ve çevresini tanımaya başladığı ilk günden itibaren başlar. Yaş aldıkça zamanla hayata daha sıkı tutunmaya başlayan insan, okullar bitirip kariyer elde ettikten sonra, hele bir de para kazanmaya başladıktan sonra daha da çok aşık olur kendine ve hayata. Bu noktadan sonra kibir de devreye girer. İnsanları beğenmez olur, çevresindekilere tepeden bakar ve dünyanın yalnız kendisi ve hatta ailesi etrafında döndüğünü zanneder. Onun çocuklarından başkası ezilmeye mahkûmdur, onun dünyasından başka herkesin dünyası karanlık olabilir. Bunlar onu ilgilendirmez. Çünkü kibirden gözü dönmüştür bir defa ve gözü etrafını görmeyecek derecede bir karanlıkla kaplanmıştır.
Nedir insanı kibire boğan diye bir düşündüğümüzde; aslında bunun pek çok nedeni olduğunu zaten hepimiz biliyoruz. Para, mevki, şan, şöhret, çocuklar, aile, servet, popülarite… Daha sayacak nice unsurlar da var lakin şimdilik bu kadarı yeterli değil mi zaten? Bu kadarı bile insanoğlunun gözünü kör edebilmek ve kibir sevdasına kapılmasını sağlamak için yetmiyor mu? Kendi içinde kişilik ve karakter gelişimini tamamlayamayan her insan, yukarıda saydığımız nedenler veya daha fazlasından dolayı kibire kapılıp, çevresine karşı olumsuz davranışlar sergileyebiliyor.
Kibir ve kendine âşık olma sendromu, yalnız bugünün hastalıkları değil. Günümüzden yüz yıllar, hatta bin yıllar önce de vardı. Bundan binlerce yıl sonra da olacak. Firavun da kendine tapan bir idareci değil miydi? Onun zamanında da kibire bir dur diyen çıktı ve sonunda hak ettiği sonu yaşamak zorunda kaldı.
Bugün bizler de sonumuzun ne olacağını düşünerek adımlarımızı ona göre atsak; kibir diye bir şey kalır mıydı acaba? Herkes birbirine daha dikkatle davranır, kalp kırmamaya özen gösterir miydi? Kibirden uzak kalabilir miydi insan? Elbette kibirin o dayanılmaz cazibesinden uzaklaşmak kolay değil, lakin bir de bunu yendiğimizi ve yüce yaratıcımızın da; “Yeryüzünde kibirle yürümeyin” şeklinde bizlere emrettiği gibi davranabilsek, hayat belki de çok daha kolay yaşanır bir hal alabilirdi.
Sözün özüne gelmek gerekirse; bizler bir damla sudan yaratılmış aciz ve zayıf varlıklar olduğumuzu bilerek yaşadığımız ve bizden çok daha güçlü ve büyük bir kudretin var olduğunu bilerek yaşar ve o güce yani yüce yaratıcımıza itaat ederek yaşarsak; öyle zannediyorum ki; bu durum sosyal hayatımıza da oldukça olumlu katkılarda bulunacaktır. Sizleri sevgiyle selamlıyorum.