Sıkıntıların harman olduğu günümüz dünyasında huzura o kadar ihtiyacımız var ki; telaffuz etsem milyonlarca kişi peşi sıra katılacaktır.
Sıkıntı ve problemlerin kaynağı da, çekeni de insandır. Muhkem bir iman ile yaratıcısına bağlanan insan, ibadet, itikat ve muamelat konularını kaynaştırırsa huzurun yolunu açmış olur. Örnek yaşantısıyla da inanmayanların bile gönlünü fethetmeye başlar.
Kendi kendimize soralım! İnanmayan bir kişi günümüz Müslümanlarının yaşantısına bakarak İslam ı din olarak seçebilir mi?
Allah resulü (S.A.V) “ Müslüman, dilinden ve elinden Müslümanların zara görmediği kimsedir. Muhacir ise, Allah’ın yasakladığı şeylerden uzak duran kimsedir.” buyuruyor.
Bu tanıma ve buyruğa Müslümanlar ne kadar uyabiliyor? Eğer uyanlar çoksa ümit var demektir. Bu takdirde de, aksi durumda da Müslümanın “ iyilikleri emretmek, kötülüklerden sakındırmak “ gibi ulvi bir görevi vardır.
Yamukluklar bizi esir almaya başladıkça biz bu görevimizi askıya aldık ve ilerleyen zamanlarda da unuttuk. Dinde bir yanlışlık olmaz ama bu dine inandığını söyleyen insanların anlayış ve yaşantılarında sorunlar olmaktadır. Müslümanın yaptığı hatayı direk İslam a bağlamak dine yapılacak en büyük iftiradır.
Hz. Resul ve ilk Müslümanların fedakar çalışmaları sonucunda kısa zamanda geniş coğrafyalarda kabul gören İslamiyet, büyük fetihlerin ve medeniyetlerin kaynağı olmuştur.
İlk Müslümanlarla günümüz Müslümanlarını kıyaslarsak ekonomik yönden onlarda olmayan büyük zenginliklere sahibiz. 50’nin üzerindeki İslam ülkesi, binlerce radyo, televizyon, basın ve sosyal medya platformları var. Bu imkan ve zenginlikler ihlas ve samimiyetle İslam’ın tebliğinde kullanılabiliyor mu? Cevabın müsbet olması halinde 2 milyara yakın İslam alemi Birleşmiş milletler cemiyetinde söz sahibi olmalıydı. Müslümanların sayısal çokluğu değil niteliksel ağırlığı çok daha önem arz ediyor. Vahyin be Resulün öğreticilerinin özünün anlaşılması gerekiyor. Tevhid inancında, ibadetlerde, İslam’ın fert ve toplum hayatıyla ilgili yaşam tarzlarında meydana gelen yanlışları düzeltmek, doğru bir İslam anlayışını Müslümanlara ve insanlığa takdim etmek şarttır. Bunun için İslam Rönesans’ını gerçekleştirecek çalışmalara, organizasyonlara ihtiyaç vardır.
İmanımızı gözden geçirip yeniden Müslümanlığımızla yüzleşerek yeniden Müslüman olmaya muhtacız.
İslam Rönesans’ı çalışmalarında yüce kitabımız Kuran’ın anlaşılması ve yaşanması için (KUR’AN OKUMA ve ANLAMA) disiplini geliştirilmelidir. Kur’an hem lafzı, hem manası ile sanki bize yeniden vahyoluyor gibi okunmalıdır.
Kur’an insanlığa hidayet rehberidir. İnsanı tefekküre, düşünmeye, akletmeye çağırmaktadır. Ev ve işyerinde vitrin süsü gibi değil de, okudukça bizde ve çevremizde olumlu gelişmelerin kaynağı olmayı bekliyor.
Ahlakı, yaşanılan bir Kur’an olan Resulün ümmetiyiz. Sünnet Kur’an ilkelerinin hayata geçirilmiş, ve günlük yaşayış formlarına dökülmüş şekli olup sünneti esas almayan düşünce ve hayat tarzının İslami nitelik kazanması mümkün değildir.
Kur’an ve sünnet ışığında geçmiş alimlerimizin getirdikleri yorumları da dikkate alarak Fıkıh anlayışımız da yeniden ele alınmalıdır. Diyanet teşkilatı ve alimlerimiz kendini İslam Rönesans’ına göre doyurucu donanıma hazırlar ise besmeleye hazırız demektir.
Yeniden Müslüman olmaya, yeniden dini ve milli mücadeleye, kutlu zaferlerin müjdeleyicisi İslam Rönesans’ı çalışmalarını başlatanlara selam olsun.
*Bayrak.1338.den faydalanılmıştır.
Yazar Sayın. HİMMET. KASAL’ın böylesine muhteşem,açıklayıcı,aydınlatıcı,Ufuk açan barışmedemiyeti kapılarını açacakolan yazısı için teşekkür ederim