Zamanın değişen şartları ile birlikte insanın alışkanlık ve davranışları da değişiyor. Artık insanlar karşısındaki muhatabını dinlemez hale geldi. Sadece kendi söylediklerini dinlettirmek ve kabul ettirmek esas sayılıyor. Başkalarının fikirlerinden istifade gayreti ve çabası gösterilmiyor. Müzâkere ve müdâvele-i efkâr denilen karşılıklı konuşma ve fikir alışverişinde bulunmayı her geçen gün unutuyoruz. Sadece ben konuşayım beni dinlesinler havasındayız. Çok bilmişlik hallerimiz yeni şeyler öğrenmemize engel oluyor. Bazı düşüncelere o kadar kapalıyız ki yanımızda bahsedilmesini bile istemiyoruz. Körü körüne savunduğumuz yanlış bilgilerin düzeltilmesinden korkuyoruz. Hayatımıza yeni şeyler katacak olmak bizleri endişelendirebiliyor. Bu hatalı korkudan kurtulmamız gerekir. Ayrıca haklı çıkmak, kendi doğruluğunu kabul ettirmek, kendi fikirlerinin üstün gelmesini istemek üzerine kurulmuş konuşmalardan kazançlı bir sonuç çıkmayacaktır. Eğer bir meselenin münazarasında kendi sözünün haklı çıktığına taraftar olup, kendi haklı çıktığına sevinerek karşısındaki fikrin haksız ve yanlış olduğuna memnun olsa bu bir insafsızlıktır. Çünkü haklı çıktığı vakit, o münazarada bilmediği bir şeyi öğrenmiyor. Belki gurur ihtimaliyle zarar edebilir. Eğer hak karşısındakinin elinde çıksa, zararsız, bilmediği bir meseleyi öğrenip menfaattar olur ve nefsinin kusurundan kurtulur. Önemli olan kimin üstün geldiği değil hak ve doğru olanın ortaya çıkıp anlaşılmasıdır. Ancak hakperest insanlar bunu yapabilir.