Ülkemizde; Odalar, sendikalar, barolar, birlik ve dernekler seçimle yöneticilerini seçiyorlar ama üniversitelerimiz eskiden olduğu gibi kendi rektörlerini seçemiyor. Rektör olmak için en az 3(üç) yıllık profesör olmak şartı bir ara KHK düzenlemesi ile kaldırılmış ve iki-üç aylık profesörler rektör olarak atanmıştı. Yine akademik unvan için yabancı dil sınavında 65(altmış beş) puan alma şartı 55(elli beş) puana indirilmişti. Bütün bu gelişmeler üniversitelerimize fayda değil daha çok zarar verdi. Atamayla gelen rektörlerin -belki birkaç istisna dışında- gittikleri üniversitelere ciddi katkıları olamıyor. Çünkü seçilmiş olmadığı için kendini gerekli ölçüde sorumlu hissetmiyor. Sadece kendisini atayanlara karşı iyi görünmek ve onların emrinden çıkmamak gibi bir refleks gösteriyorlar. Bu nedenle üniversitelerimiz bilimsel yarışta geri kalıyor. Demokrasi ve hürriyet ortamı kısıtlandıkça akademik ilerleme de yavaşlıyor hatta durma noktasına geliyor. Kurumsal ve akademik özerklik olmadığı sürece üniversitelerimizin dünya da söz sahibi konuma gelmesi biraz zor gözüküyor. Prof. Dr Erhan Erkut; “Yardımcı doçent bile olamayacak kişiler rektör yapılıyor. Bu ülke için üniversiteler bu kadar mı değersiz? ‘Atanabilir’ bulduğunuz akademisyenler arasında hiç mi endeksli dergilerde 5-10 makalesi olanı yok? Acınası bir durum.” Diyerek içinde bulunduğumuz vahim durumu özetliyor. Evet, ne zaman ki ulema (ilim adamları), umera (idareciler) kapasında olmayı bırakarak kendi bilimsel özgürlüklerini sağlarlar işte o zaman hak eden rektörlerde seçimle başa gelir ve üniversitelerimiz geri kaldıkları mesafeyi hızla aşarak hak ettiği yere ulaşır.