Bir tohum; toprak, güneş ve su ile buluşup kendi fıtratına uygun zaman ve iklimde gelişir meyvesini verir.
Ülkelerin gelişmesi, refaha ulaşması da belli şartların yerine gelmesi ile mümkündür. Ekonominin üç temel unsuru olan emek, sermaye ve müteşebbisin bir araya gelebilmesi , uyum içinde mal ve hizmet üretmesi için hukukun üstünlüğünün korunması, adaletin hızlı ve güvenilir olması, evrensel insan hak ve özgürlüklerinin yaşatılması, özel mülkiyet güvencesinin verilmesi, can güvenliğinin sağlanması temel esaslardır.
Zengin, teknolojik üstünlüğe sahip gelişmiş ülkeler ile fakirlik çemberini kıramamış gelişmemiş ülkeler arasındaki bu kadar derin farklılığın ana sebebi olarak; insan fıtratında olan hak ve özgürlükler, özel mülkiyet hakkı, mal ve can güvenliği, hukukun üstünlüğü, tarafların katılımını sağlayan çoğulcu demokratik ilkeler görülmektedir.
Gelişmiş ülkeler sıralamasında İngiltere, ABD, Almanya, Japonya, kanada ilk sıralarda yer alırlar. Bu devletlerin ortak özelliği demokrasiyle yönetilen, uzlaşı ile sorunlarını çözme başarısı elde etmiş, düşünce ve fikir özgürlüğü, fikri mülkiyet hakkı, mal ve can güvenliği teminat altına alınmış ülkeler olduğu saptanmıştır.
“İlk refah kuramı“ denilen iktisadın en ünlü kuramsal çıkarımı, kaynakların bir “piyasa ekonomisi“ içinde tahsis edilmesinin ekonomik bakımdan toplum yararına görüldüğü koşulları tanımlar. Bir piyasa ekonomisi, tüm birey ve kuruluşların istedikleri her türlü ürün ve hizmeti özgürce ürettiği, alıp sattığı durumu ifade etmek için kullanılan bir soyutlamadır. Bu koşullar mevcut değilse bir “piyasa başarısızlığı“ söz konusudur.
“Güvence altına alınmış özel mülkiyet hakları yalnızca bu haklara sahip olanlar yatırım yapmaya istekli olacağı ve verimliliği artıracağı için esastır. Hasılatının çalınacağını, kamulaştırılacağını ya da vergi yoluyla hepsinin alınacağını düşünen bir iş adamının değil yatırım ve yenilik yapmak, çalışmak için bile çok az isteği olacaktır .(ulusların düşüşü daron Acemoğlu-james A. Robinson)
Edison gibi karlı bir iş kurmak için bilimi uygulamaya koyan girişimciler neden Meksika ya da Brezilya değil de ABD’yi tercih ettiler. Dünyaca ünlü markalar neden Kuzey Kore değil de Güney Kore den çıktı. Bunlar tesadüfen olmuş değillerdir. Özel mülkiyeti teşvik eden, teknolojik gelişmeye uygun ortamı hazırlayan, her türlü kolaylıkları sağlayan ülkeler mucitler için cazibe merkezleri olmuşlardır.
1688 yılında İngiltere’ de Kralın ve yönetici sınıfın gücünün kısıtlanıp Parlamentonun ekonomik kurumları belirleyecek güçle donatılması, siyasal sistemin geniş halk kesimlerine açılması devletin işleyişinde söz sahibi olmaları ekonomik canlanmayı sağladı. Elde edilen ekonomik güç askeri ve siyasi üstünlüğü getirdi.
Ülkemiz yıllardır yetişmiş insan potansiyelini değerlendirememiş sürekli gelişmiş ülkelere beyin göçü vermiş bir türlü ekonomik kalkınmasını başaramamıştır. Bunun nedeni ekonominin önünü açacak özgürlük ve güven ortamının yeterince oluşturulamamasıdır.
Oysaki yapılması gerekenler bellidir. İnsan hak ve hürriyetlerine dayalı hukuk devleti olmalı. Milli iradenin önündeki engellerin kaldırıldığı gerçek demokrasiye geçilmeli. Din düşmanlığı gibi din istismarının da bittiği laiklik kabul edilmeli. Herkesin sosyal adalet şemsiyesine alındığı Kerim Devlet kurulmalı. Bilim hikmet ve erdemle donatılan, sorun üretmeyen çözüm üreten Bilge Devlet ve Bilim Toplumu yetiştirilmeli. Büyüyen, gelişen zengin mutlu muktedir ve insanlığın yeni barış medeniyetini inşa edecek İslam aydınlanmasından istifade edilmelidir.
Bu hedefleri gerçekleştirecek kudret de var, insan gücüde var. Yeter ki ehil insanlara görev verilsin.