Televizyonlarda altın düştü, döviz çıktı. Köşelerde yazılı sanki herkeste para bol, alacakmış gibi. Oysa ekmek bile sıraya bindi.
Dostum Yılmaz sarraftı. Uzun çarşı geçişi uğrardım. Sohbet ederdik. Ticaret yaparken iş yerimi hep temizler çöpe atardım. Sorardım altın düşmüş ise ben süpüreyim alayım mı? Yılmaz gözlerini açar. Altın düşerse üç gün sonra çıkar. Yere de düşürmeyiz işi biten, yerine kaldırılır derdi.
Böyle başlayan sohbet, Ayet ve hadislerle devam ederdi. Gazeteye yazdıklarım için yine döktürmüşsün der gülümserdi. Ortak paylaştığımız konular vardı.
Hz. Mevlana'nın; hiç bir mal sizin değil neyi bölüşürsünüz? hiç bir can sizin değil niye dövüşürsünüz? benzeri konular açılırdı. Örneğin insan nasıl olmalı? sorusunun cevabını araştırırdık.
İşte cevaplar; Gökler yıkılsa doğruluktan ayrılmamalı, cesurum diye bağırmadan cesur olmalı.
Ebedi hayatın inancına sahip, yalan söylemeyen, şüphelere kapılmayan, aldatmayan, çalışmaktan yılmayan, fakirlikten utanmayan, gerekirse hayır demeyi bilen olmalı şeklinde devam ederdi. Yaratan bize bir nefes vermiş, onunla yaşıyoruz. Nefes olmazsa dirilik kalmaz. Sözüyle noktalardık.
SMA hasta çocukların çektiği sıkıntıyı görüyoruz. Nefes alamıyorlar. Makineye bağlı azap içinde yaşıyorlar. Allah'ın verdiği nimetlere şükretmeliyiz. Düşeni çöpe atmak yerine, ele almalıyız.
Sevgili Yılmaz ne vardı gidecek? Biliyorum diyeceksin; emir yukarıdan, ne gelir elden! Oradakilere selam bizden .dileğimiz cennette gülümsemen.