Kendi bakış açımla ve anlayabildiğim kadarıyla dindarlık kavramı üzerinde biraz durmaya çalışayım. Çünkü dindarlık kavramının içi çok boşaltıldı.
Nedir dindarlık? İmanın altı şartına inandıktan sonra İslam’ın beş şartını yerine getirmek mi? Çokça Allah’ı zikretmek mi? Hak adalet gözetmek mi? Anaya, babaya, yakınlara, komşuya, yolda kalmışa, fakire, fukaraya iyilik etmek mi? Verdiği sözde durmak, yalan söylememek, emanete hıyanetlik etmemek mi? Sıdk üzere olmak, dosdoğru olmak mı? Kin ve intikam duygularından arınmış olmak mı? Halk içinde HAKK ile olmak mı? Her türlü kötülükle, haksızlıkla; eliyle, diliyle, kalbiyle, kalemiyle mücadele ve gayret etmek mi? Kul hakkına dikkat etmek mi? Allah’a karşı, nefsimize karşı, ailemize karşı, topluma karşı görev ve sorumluluklarımızı bilmek mi? Daha sayabiliriz. Peki bunlardan hangisi daha dindarlık? Ayırt edemedik değil mi? Başta imanın altı şartı olmak üzere bunların hepsi dindarlık kavramı içinde.
Kur’an-ı Kerim’e, Efendimiz(sav)’in Hadis-i Şeriflerine baktığınızda yukarıda saydıklarım ve daha sayamadıklarım dindarlıkla ilgili pek çok mübarek sözlere, cümlelere rastlarsınız. Ben böyle Ayet-i Kerimelerden bir iki örnek vereyim: “Gerçek iyilik, yüzlerinizi doğu ve batı tarafına çevirmeniz değildir. Asıl iyilik, o kimsenin iyiliğidir ki, Allah’a, âhiret gününe, meleklere kitaplara, peygamberlere inanır; Allah rızası için yakınlara, yetimlere, yoksullara, yolda kalmışlara, dilencilere ve boyunduruk altında bulunan köle ve esirlere sevdiği maldan harcar, namaz kılar, zekat verir, antlaşma yaptığı zaman sözlerini yerine getirir; sıkıntı, hastalık ve savaş zamanlarında sabreder. İşte doğru olanlar, bu vasıfları taşıyanlardır.Muttakiler ancak onlardır.”(Bakara suresi, 177. Ayet)
Bir başka örnek: “O takva sahipleri ki, bollukta da darlıkta da Allah için harcarlar; öfkelerini yutarlar ve insanları affederler. Allah da güzel davranışta bulunanları sever.”(Al-i İmran suresi, 134.Ayet)
Bakın sadece bu iki mübarek Ayet-i Kerime bile dindarlığı ne güzel ifade ediyor değil mi?
Sahabe-i kiram döneminde fakülteler yoktu, imam hatipler yoktu, daha başka mektep ve medreseler yoktu ama onlarda öyle bir Allah aşkı, Resulullah(sav) aşkı vardı ki Kur’an neyi emretmiş ya da yasaklamışsa, Resulullah(SAV) ne demiş ne yapmışsa harfiyen uymaya çalışıyorlardı. Onlar Efendimizin(sav) nuruyla sulanıyorlardı. Bizim öyle bir şansımız yok; ama bize kadar sapasağlam ulaşan Kur’an ve sahih Hadis-i şerifler, ilim var. İslam’ı dosdoğru yaşama azminde olan alimler olmuş, onların esreleri var. Allah(cc), “Bilmiyorsanız bir bilene sorun” (Nahl43) diyor. Soracağız, araştıracağız.
Gayret içinde olursak, Peygamberimizin(sav) “Büyük cihad” dediği nefsimizle olan cihada, yani; kin, kibir vb kötü huy ve adetlerimizle olan mücadelede başarılı olursak her halde ve inşallah Allah’ın rızasını kazanan dindarlar oluruz.
İşin edebiyatını yapmakla, farkında olarak ya da olmayarak dünya sevgisini ön planda tutarak ve buna da kılıflar hazırlayarak dindar olduğumuzu zannediyorsak aldanırız. Ve “…Kitap yüklü merkepler..”(Cum’a, 62\ 5) durumuna düşebiliriz.
“Sözü işitip de en güzeline uyan…”(Zümer\18) ve öz,söz ve davranışlarımızla çevremize ve özellikle de çocuklara ve gençlere örnek olan, böylece yüce Allah’ımız(CC) tarafından “müjdelenen”, selamete eren kullarından olmak dileğiyle.