Ülkemizin her şehrinde belirli günlerde halk pazarları kurulur. Buralarda, halkın ihtiyacı olan yiyecekten giyeceğe her şey, daha ucuz satılır. Halk arasında “Pazar” kavramı, haftanın son gününün adından ziyade, hangi gün kurulursa kurulsun, alış-veriş yapılan günü hatırlatır. Pek çok yöremizde halk zaten, haftanın yedinci günü olan pazara “gireği” veya “gireği gün” der...
Şehirlerde kurulan halk pazarlarından sadece şehir halkı değil, köylüler de istifade ederler. Şehirlerdeki pazarın kurulacağı sabah köyde ayrı bir canlılık vardır. Sabah ezanı ile birlikte namazlar kılınır ve köy meydanında bekleyen “Pazar” arabasında yer kapılır. Bu “pazar arabası” at arabası, traktör, kamyon, dolmuş veya otobüs olabilir. Pazarcıların ellerindeki çuvallar, sepetler, küfeler, heybeler; “pazar”a gidenleri uğurlamaya gelen yakınlar; babalarıyla birlikte pazara gitmek için ağlayan çocuklar bu hazırlığın renkli ve canlı tablosunu oluşturur. Bazı köylüler pazara eşek, at, araba veya traktör gibi vasıta ile özel olarak gider. El emeği alın teri ile ürettiği malını götürüp pazarda satar, parasıyla da alışveriş yapar. Harmanda vermek şartıyla yapılan düğün alışverişleri de bu “Pazar” günü gerçekleşir...
Sözü uzatmayalım. Bu manzara üç aşağı beş yukarı her bölgede aynıdır. Afyokarahisar’ın “Pazar”ı ise başka bölgelerde görülmeyecek şekildedir ve bambaşkadır. Afyokarahisar’a 1994 Temmuz’unda Ankara’dan gelip yerleşmiştim. Afyokarahisar’da ilk cumartesi günümüz idi. “Sabahın körü” dediğimiz günün erken ve sessiz saatinde dışarıdan gelen seslerle irkilmiş, pencereye koşmuştum. Gördüğüm mahşeri kalabalığa bir mana verememiştim. Oturduğum evin önündeki caddeye, ucuz giysi pazarı ne zaman kuruluvermişti bilmem! Bu insanlar evlerinden buraya ne zaman gelmişti? Şaşırmış kalmış ve seyre dalmıştım...
Cumartesi günleri kurulan bu tatlı telaşı daha sonraki haftalarda da hep seyreder olmuştum. Kurulan Bu “Pazar” sadece ucuz giysi pazarı değil dil bilimcilerinin, halk bilimcilerinin ve toplum bilimcilerinin de malzeme bulabilecekleri bir Pazar idi. Koca dünyayı 50 bine satanlar, espri ile birbirine laf atanlar, müşteri çekmek için burnuyla kaval çalanlar, hoşa gidecek tatlı tatlı yalanlar hep burada idi... Sözün özü, satıcılar ve alıcılar fakir, ama mutlu idi...
Yine bir cumartesi günü idi. “Pazar” kurulmuş, “seç al!” sesleri mahalleyi çınlatıyor idi. Her hafta olduğu gibi çiçeklerle donattığım, kuşburnu dallarıyla gölgelendirdiğim kiracısı olduğum evin balkonuna çıkmış, çayımı yudumluyordum. Daha önce hiç duymadığım bir ses karşısında irkildim kaldım! Tam balkonumun önüne kurulan tezgâhtan gelen, kendinden emin bu gür ses bana A. H. Müftüoğlu’nun “Üzümcü Hikâyesi”ndeki üzüm satıcısının sesini hatırlattı. Balkondan uzandım baktım. Sesi gibi kendisi de sağlam, sıhhatli, kendinden emin bir Türk delikanlısı duruyordu tezgâhın başında. O bağırmaya devam ediyordu. Bu defa da söyledikleri karşısında irkildim ve tüylerim diken diken oldu. O, diğerleri gibi müşteri çekmek için ne kaval çalıyordu, ne de yalan söylüyordu... Türkiye’nin acı gerçeğini haykırıyordu adeta kararmış kalplere ve sağır kulaklara:
“Seç bakalım seç!...
Ucuz bunlar ucuz!...
Parayı helalinden kazananlar için!...
Kaliteyi ucuza ayır!...
Ayır bakalım ayır!...
Parayı helalinden kazananlar için!...
Ucuz bunlar ucuz!...
Ucuzluk burada ucuzluk!...
Parayı helalinden kazananlar için!...”
Evet, böyle diyordu bu yiğit satıcı. O, belki söylediklerinin farkında bile değildi. Müşteri çekmek için aklına gelivermişti, sıradan bir sözdü belki de “parayı helalinden kazananlar için” sözü. Sebep ne olursa olsun, sonuç acı idi ve acı gerçeğin haykırılışı idi. Bu haykırış “dürüstlüğün pazara düştüğünü” gösteriyordu. Eskiden satıcılar “batan geminin malları bunlar!...” derdi. Şimdi ise “parayı helalinden kazananlar için!...”diyorlar. Demek ki, parayı helalinden kazanmak, batan gemiye eşdeğer olmuştur!
Bundan daha açık ne ifade edebilir, ülkemizde dürüstlüğün geldiği noktayı. Görülmektedir ki, bu ülkede parayı helalinden kazanmak fakirliktir. Bu pazarlar, fakirlerin pazarıdır, parayı helali ile alın teri dökerek zor kazananların pazarıdır. Zor kazanan para, zor harcanan paradır. Parayı helali ile kazananlar, ancak “seç-al” pazarından giyinebilirler. Parasının hesabını bilmeyenler, kolay yollarla kazananlar, parasının “ak”lığına dikkat etmeyenler bu “Pazar” yerlerine uğramazlar bile... Taş atıp kolları yorulmadığı için kolay kazandıkları parayı kolay harcarlar... “Su gibi para harcamak” bunlar için söylenilmiş olmalıdır... Bunların alış-veriş yerleri büyük mağazalardır... Bu yüzden “seç-al pazarı”ndaki satıcı “parayı helalinden kazananlar için” diye mükemmel bir söyleyiş bulmuştur...
Görülüyor ki, ülkede “dürüstlük pazara düşmüştür.” Allah bu necip millete, dürüstlüğü pazara düşürmeyecek, yediği üzüm salkımlarının yerine altın dolu keseler asacak, devlet adamları, hukukçular, din ve bilim insanları nasip eylesin...