SUYA, SABUNA DOKUNMA!
Vay be!
Ne söylem ama değil mi?
Bu söylem bizim mantığımıza/ ilkelerimize/aklımıza ve aldığımız aile terbiyesine uymasa da, yine de bu hayatta gördüğümüz ve yaşadığımız var olan bir biçimdir.
Bizler, nerede olursak olalım, nerede yaşarsak yaşayalım, bir insan olarak buna, bu adaletsiz yapıya sessiz kalmak gibi bir yapımız da olamaz.
Hele de bir basın mensubu iseniz, üzerinize düşeni yapacaksınız.
Ne demiş M. Kemal Atatürk?
“Basın mensupları gördüğünü ve bildiğini yazmak zorundadırlar”!
Haksızlık ve adaletlik karşısında yalnızca suskun olan şeytandır!
Öyle der atalarımız!
***
Bu gün enteresan ama önemli bir konuyu ele alıp bunu dillendirmeye ve sizlerle paylaşmaya çalışacağım!
Tabii ki bilgi dağarcığımızın yettiği kadarıyla!
Kiminiz katılır, kiminiz katılmaz, buna saygı duymakla birlikte, katılan insan kitlesinin fazla olacağına da inanan bir kişiyim.
Çünkü doğrular, her zaman doğrudur, mertliktir, dürüstlüktür, ilkeliliktir vicdandır, vatanseverliktir, bunun ötesi de olmaz, olsa da bu bir takıya dan / bir riyakârlıktan veya bir çıkarcılıktan öteye de değildir!
O nedenle, hani derler ya; “ bana dokunmayan yılan bin yaşasın”, “ el’le gelen düğünle bayram” Vs. diye…
Böyle bir bakış var mıdır? Vardır.
Böyle bakıştan ve söylemden, yaşamdan da Tanrım bizleri/hepimizi korusun.
Çünkü ne kendisine, ne ailesine, ne yakınına, ne de, bu devlete bir yararı olur ki doğayı ve de tabiatı bile umuruna almayan bir cukkacu yapıyla yaşar dururlar!
Şekil 1- A’da görünen veya söylenenler gibi!
Bu nu da arif olanlar anlarlar.
***
Önce etik değerlerimizden başlamak istiyorum!
Bir defa hiçbir siyasetçi; dini, hukuku, milliyetçiliği, şehitliği ve gaziliği, yani bu ulusun kutsal değerlerini siyasete karıştırmaması gerekir!
Hal böyle iken, bunu dillerinden düşürmeyen siyasi partileri de hep birlikte görmekteyiz.
Çünkü bana, ulusça kutsal saydığımız değerler üzerinden değil, bilgiden, liyakatten, ulemalıktan, fen’den, bilimden, teknolojiden; dürüstlükten ve de deneyimden bahsederek anlatıp ikna etmesi gerekir ki bu devlet, bu millet her alanda ayağa kalksın!
Bir siyasetçinin elinden; dini, milliyetçiliği, şehitlik ve de gazilik üzerine, insanları galeyana getirecek/sömürecek olan duygulu konuşmasını aldığınız veya engellediğiniz zaman, bana ne söyleyecek, ne yapacak, beni nasıl inandıracak, işte esas olan da budur.
Devlet yönetimi, bilgisi/birikimi/liyakati ve dürüstlüğü ile esastır.
Bu işin de ötesi/berisi yoktur, olamaz da!
Bu Anadolu toprakları içerinde yoksa kim milliyetçi değil ki?
Kim dinini ve kurallarını/vecibelerini inkâr eder ki?
Kim Şehit’ine ve gazisine sahip çıkmaz ki?
Türk Milleti asla buna yatkın değildir!
Allah korusun!
Öyle değil mi ama?
Ha, varsa da, bunlar ülkemiz içersinde yaşayan, dili/dini/rengi ve kültürü değişik vatandaşlarımızdan olabilirler…
Çünkü yurdumuzda 35 kadar dil ve kültür farkı olan insan kitlesi yaşamaktadır!)
Ama bunu da yalnızca diline, kültürüne ve inancına saygı duymakla -birlikte, denetim altına alma gibi bir görevimiz tabii ki olmalıdır.
Ya bakacaksın, milletin olarak bunları yaşatacaksın, ya da, vatandaşlıktan çıkarıp sınır dışı edeceksin!
Ama bu ikinci şık bizlere yakışmaz.
Çünkü biz M.Ö. 209 yılında Mete Han’la birlikte ilk Türk Devletini kuran bir milletiz!
Bu tarihe kadar da çeşitli ırk/dil ve kültürlerle de iç içe olmuşuzdur.
Çünkü biz bir “Türk Devletiyiz”!
***
Şimdi yazı başlığımıza gelelim:
Hele de benim gibi kıytırık, ya da amatör gibi bir basın mensubu isen; önün de bir hasta varsa ve de gün/gün eriyorsa!
Bunu tedavi edip yaşatmaya mı, yoksa umursamaz davranıp ölüme mi terk edersiniz?
Buna yönelik umursamaz davranışları görüp de, sessiz mi kalırsınız, yoksa onların yaşaması için sesinizi çıkarıp, çareler aranması konusunda girişim mi yaparsınız?
İşte esas olan ve aranılan da budur!
Şahsen ben susmam!
Ama her konunun da kendine özgü bir saygısı ve de çizgisi vardır tabii!
Ben ne bu saygıyı yitiririm, ne de bu çizgiyi geçerim.
Ama aklımın erdiği, dilimin döndüğü kadar da bunu üslubuna göre dillendirmeye çalışırım.
Çünkü etik yapı bunu gerektirir.
Yoksa bu işler, atmayla/tutmayla/bağırmayla ve de insanların kutsalları üzerinden gazlamayla falan olmaz!
En basitinden bir örnekle ama çok önemli olan bir konuda işte ekonomi yapımız?
Ne dersiniz?
Bu durumda kimler sıkıntı çekmiyorlar ki?
Kimler ekonomik açıdan insan gibi yaşamak adına çareler aramıyorlar ki?
Hani bilgeler, hani Üniversiteler, Ombudsmanlar?
Neredeler?
Niye konuşmazlar ki?
Bu insanlarımıza yazık değil mi?
Kim yapacak, kim konuşacak, kim yol gösterecek kardeşim?
“Elle gelen düğün bayram mı”?
“Bana dokunmayan yılan bin yaşasın” olayı mı?
Böyle mi olmalı?
Yazık ki ne yazık!
***
Buna yakın kısacık bir örnek daha vermek istiyorum.
İşte Afyon!
Çok yakında yine bir sürü göç verecek!
Çünkü ne fabrika kaldı, ne üretim ne de istihdam olayı?
Bu arada üretim/ihracat ve istihdam yaratan özel sektörün değerli iş adamları hariç bu lütfen biline.
Devlet yatırımı adına, pastanın payından Afyon şehri ve halkı adına ne yapıldı/verildi buna bakarak söylüyorum.
Ne var?
Nüfuz için rakam vermeyeceğim çünkü sayı belli, rakamlar belli!
Bırakın halen daha kalkınmadık iller içersinde olduğumuzu…
Bırakın fert başına olan milli gelirin rakamlarını…
Milletvekili sayısı bile 7’den önce 5’e sonra 6’ya düşüp çıktı!
Yazıktır yazık.
Göllerimize bakın, gidiyor, kuruyor!
Derelerimiz, çay’larımız nerdeyse suyunu çekmek üzere!
Dağlarımızda pınardır, kaynaktır diye bir şey kalmadı!
Bunlara kim sahip çıkacak?
Bunları kim, kime karşı dillendirip de uyaracak, çareler aranacak kardeşim?
Kim?
Siyasi görüşü ne olursa olsun, sen/ben/bizim oğlan değil mi?
Aha Akşehir gölü kurudu!
Hem de tam takır.
Sıra şimdi koskoca Eber gölünde!
Üzülüyoruz kardeşim üzülüyoruz!
Kiii bu madalyonun bir yüzü!
Ya diğer yüzü?
Hadi göller, dereler kuruyor?
Ya bu göllerden; kamıştır, saz’dır, kındıra’dır, balıktır gibi varlıklardan geçimini sağlayan, o coğrafyalarda bulunan/yaşayan köylülerimiz/vatandaşlarımız ne yapacak?
Kazanç kaynağı olan bunlar kaybolunca bu insanlarımız/bu köylülerimiz ne ile geçinecekler?
Bunları kim düşünecek?
Söylersen; yazarsan suç!
Yazmazsan, söylemezsen…
“Elle gelen düğün bayram”, “ suya sabuna dokunma” ki mutlu yaşayasın he mi?
Yok öyle dava!
Ama genç gazetecilerimiz var.
Yeni/yeni gazeteler var!
Tesellimiz bunlar.
Umarım bunlar da güzel insanlarımızın/halkımızın dertlerinin, sıkıntılarının sesi olurlar.
Çünkü bizler, biraz yaşlılık, biraz da rahatsızlık, artık emekli olacağız gibi bir yapıya geldik.
***
İşte insan yaşamı bu veya buna benzer bir yapıda!
Ne çare?
Ama sizler güldüğünüz zaman, bizler de sevinir ve her zaman güleriz!
Çünkü insanlar güldükçe mutlu yaşarlar.
Sakın gülmeyi ve tebessüm etmeyi elden bırakmayın dostlar.
Çünkü gülmek veya tebessüm etmek sizlere yakışıyor, değerli okurlarımız.
Sevgi/saygı bizden.